• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/DenizliAGD?ref=hl
  • https://twitter.com/DenizliAgd
Custom Search
Kasım Ceylan Arslan
denizliagd@hotmail.com
OKUMA, BİLGİLENME ve YAPILANMA METODU: 2
16/07/2013

Ben acizane Allah'ın bir kulu olarak ana kaynak Kur'an ve Sünnetin dışındaki bilgilerin geçici olduğundan, sabitleştirilmiş kural ve kaidelerin yazılı bir metin haline getirilerek tali kaynak dışında ana kaynak olarak kullanılmasına muhalif bir anlayışa sahibimdir. Bu nedenle bütün eserler ana kaynağa yönlendirilmek için yazılmalıdır. Ana kaynağa yönelen bir müslümanın ana kaynaktan edindiği kanaat ve bilgileri, test ve kontrol etmekten başka diğer eserlere ihtiyacı kalmayacaktır. Kur'an-ı Kerim'i Cenabı hakkın yeryüzüne gönderme nedeni; o günkü toplum ve bireylerin kendilerine gönderilmiş olan Tevrat, Zebur ve İncilden kopmaları değil miydi. Onun için diyorum ki ana kaynak olan “Kur'an ve Sünnet”te belirtilen bilgi, kural, kaide ve müeyyidenin dışındaki yazılı metinler toplumların gelişmesinin önünü açmaktan ziyade, bilakis o cemiyetlerin gelişmesinin önünde settirler. (Yanlış anlaşılmasın. Anlatmak istediğim bilgi edinme değil, toplumun yaşamını belirleyecek olan yaptırım müeyyideleridir.) Bu yazılı müeyyide halinde olmayan yaptırım metodunu bizim ceddimiz olan Osmanlının uyguladığı dönemler, (Kanuni Sultan Süleyman'a kadar) bilindiği gibi altın çağlardır. Ondan öncesini incelediğimiz zaman dahi alim olarak kendilerini taklit ettiğimiz mezhep imamlarımızın “ Hadis Derlemesi olan Müsned ve Muvatta”nın dışında kayıt altına alınmış hiç bir fetva kitabı mevcut değildir. (Eldeki kitaplar kendilerinin ölümlerinden sonra derlenmiştir.) Hatta devlet yönetimi olarak da Fatih Sultan Mehmet'e kadar kesinleşmiş yazılı, Kanuni Sultan Süleyman'a kadar da yazılı kanunnameyi ‘müeyyideyi uygulayan bir padişah da yoktur. (Günümüzde 4 maddelik bir yazılı Anayasayla, örnek olarak (tam değilse de) İngiltere gösterilir) İlk yazılı kanunu, metin haline getiren Fatih, O kanunu sert uygulayan da Kanuni olmuştur. Bu yazılı kanunu ve mevzuatı katı bir şekilde uygulayıcısı olduğundan dolayı da kendine ‘kanuni' lakabı verilmiştir. İşte bu dönem Osmanlı İmparatorluğunun çöküşte kırılma noktasının başladığı dönemdir. Ana kaynaklardan kopulup kendilerinin koydukları müeyyidelerin esiri olmaya başladıklarının sıfır noktasıdır. Daha açık ifade ile kula kul olma dönemidir. Çünkü yazılı metinler durağan ve sabit olduğundan insanın yaratılış fıtratına aykırılık arz eder. Yazılı ve sabit kurallar insanın değişimine gelişimine ilerleyişine kettirler. Birey ve toplumlar sabit ve kalıcı kurallarla kendi kendilerini zincire vururlar. Dünya tarihi incelenip, sosyolojik bir araştırma yapıldığında görülecektir ki, ana kaynaklardan beslenip kendilerini durağan müeyyidelerle bağlamayan toplum, kuruluş ve devletler, idare bakımından dünyayı hükmetmişlerdir. Yaptırımlarını yazılı metin haline getirenler ise ana kaynaktan beslenenler tarafından hükmedilmişlerdir. -Ki yazılı kural zaten idare edilenler için geçerlidir. Yoksa kaos olur- Bu kural, insanlığın var oluşundan günümüze, hatta kıyamete kadar geçerlidir. Bu sosyolojik tesbitimin gerçek olduğunu şu anda yaşadığımız çağa bakarak bile anlayabiliriz. Çağımızda dünyayı hükmedenlerin toplantılarında yazılı ve kayıtlı müeyyideler bulunmaz. Toplantılara katılanlar not alamazlar. Video çekimi ve ses kaydı yapamazlar. Herkes anladığını anlar. Talimatlar yazılı değil, sözlüdür. (Örnek: Bilderbenk Konferansı) Benim kanaatime ve düşünceme göre mutlak doğru ve hakikat olan da budur. Çünkü Peygamberimiz(sav) kaos dönemlerinde hiç bir sözünü kayıt altına aldırmamıştır. Bu tarihi vakıa müminler için bir kriterdir. Altı milyar insanın yaşadığı yeryüzünde öyle olaylar olur ki, bireysel, toplumsal, tarihi, sosyolojik, siyasi, askeri, ekomomik ve stratejik olarak bazı konular istişare ile anında karar verilmesi gerekir. İnsanlar ve kurumlar kendi kendilerini zincirledikleri yazılı kurallardan izin alıncaya kadar “su köprüyü böler” köprünün altından çok sular akar. Seller köprüyü bölmüş, iş işten geçmiş olur. Bu risklerden dolayı yazılı metinlerle idare edilen ülkeler ve cemiyetler, ya yerinde sayar veya gerilerler, ya da tarih sahnesinden silinerek mevta olurlar. Yazılı metni olmayan ve ana kaynaktan beslenen ülke ve cemiyetler ise kısa zamanda karar aldıklarından hem ilerleme ve yükseliş kaydederler hem de dünyaya hükmederler. Çünkü her bireyin, her toplumun, her kurumun istek ve sorunları farklıdır. Yalnız şunu da gözden kaçırmamak gerekir ki, yüzyılımızda kendi kendilerini yazılı müyyidelerle bağlamayan hiyerarşik yapı içersinde dünyayı hükmedenlerin görünür yerleşik devleti yoktur. Onların devleti yerküredir. Onları bir toprak parçasında arayanlar, aydınlıkta kaybettiğini karanlıkta arayıp bulmaya çalışanlardır. Bu tarihi realite dün de böyleydi. Bu gün de. Allah'ın koyduğu yazılı hükümlerle kendini sınırlayanlar O'na kul, (Çünkü tek görünmeyen O'dur.) O'nun kullarının kurallarıyla kendilerini bağlayanlar ise kula, KUL, Kula kul olanlar, köleliğe adaydırlar. Köleliğe aday olanların ise efendilikten nasipleri yoktur.

Eğer köleliğe aday değilim, Allah'a kul olarak yeryüzünde efendiliğe talibim diyorsanız, Yeryüzündeki hiyerarşik yapılanmanızı Kur'an ve Sünnete uygun hale getirmelisiniz. Bu yapılanma şekli günümüzde olduğu gibi genelde dikey yapılanma değil, yatay yapılanma olmalıdır . Dikey hiyerarşik yapılanma beşeri sistemlerde olur. Bunun sebebi de dünyayı hükmedenlerin dikey yapılanma sayesinde yeryüzünde yaşayanları bütünüyle kontrol altında tutmak istemeleridir. -Ki realite de budur- Bu nedenle dünyada (çok azı müstesna) dikey ve hiyerarşik yapılanmadan dolayı hemen hemen birbirine benzemeyen hiçbir kurum, kuruluş, devlet, örgüt, parti, cemaat, dernek, vakıf, şirket, sivil toplum kuruluşları vs. yoktur ki, aynı zamanda birileri tarafından kontrole açık olmasın. Çünkü hiyerarşik dikey yapılanmada kuruluşun başındaki lider (olumlu veya olumsuz yönde) etki altına alındığında veya ele geçirildiğinde -ki ele geçmeme ihtimali yoktur- sistem birbirine bağımlı olduğundan yapının diğer üyelerinin yapacak birşeyleri kalmaz. Hiyerarşik sistem kontrol altına alınmış, veya sistem başa bağlı olduğundan kendiliğinden çökertilmiş veya düzeltilmiş olur. Ayrıca ara bölmelerde yapılacak sistem dışı harakette eylemi yapacak birey veya cemiyetler de zarar göreceğinden sisteme teslim olmaktan başka çareleri yoktur. Dünya ve islam tarihi bu tür örneklerle doludur. Tek tek insanları etkilemeye luzum kalmadan yapılmak ve/veya varılmak istenen hedef, kralların hakanların, sultanların vs. kabul veya teslim olmasıyla amacına ulaşmıştır.

“Yüzyılımızda halkanın birinin yaptığı yanlış hareketi bütün dünyanın seyirci kalması bu dikey yapılanmanın, yani halkaların birbirine bağımlı olmasının doğal sonucudur.

Katlardaki yanlışa karşı direnenler ise, kendileri yapılanmanın dışında olduğu gibi aynı zamanda mevcut yapılanmanın yanlış olduğunu düşünerek doğrusunun yatay yapılanma, yani olacak olanı değil olması gerekeni savunup inananlardır. Yani benim dinim bana. Senin dinin sana. Bana karışma Beni özgür bırak diyenlerin veya Dünya gökdeleninin yanlış temeller üzerine kurulduğunu iddia edenlerindir..”

Fakat yatay yapılanmada durum farklıdır, dikey yapılanma gibi değildir. Bu sistemde her yapılanma ayrı ayrıdır. Hepsi ana kaynaktan beslenir, hepsinin eli taşın altında, sorumluluk ve yetkileri vardır. Artı, kendi bağımsız yapılarında bile yarış halindedirler. Bu özgürlük yarışı ve bağımsızlık onların, kademe atlayarak lider olmalarının önünü açar. Her bireyin yükselmesi dikey yapılanmadaki gibi diğerinin başarısızlığı üzerine, birbirinin sırtından kademe atlayarak değil , bilakis kendini geliştirerek, benliğindeki cevheri ortaya çıkarıp performansını, eforunu yüksek tutmasıyla olur. Bu nedenle hiyerarşik yapılanmanın müminler için yanlışlığını, İlokulda oynadığımız telefon oyunu misalinden anlayabiliriz. O Oyunda zincirin halkalarından biri koparsa hiyerarşik olarak imamedeki çocuğun söylediği doğru kelime sonunda hiç alakası olmayan bir ucube olur ki, bu yanlışlık veya halka kopuşu bilgilenmenin amacından sapacağını delalet eder, Zaten asrımızda herşeyin birbirine karışması, kavram kargaşasının oluşması, anlattığımız hiyerarşik yapı metoduyla bilgi edinmekten değil midir? O halde; “Ana kaynağa” dönerek hem bilgi edinme şeklimizi hem de hiyerarşik yapımızı değiştirmeliyiz. Aksi halde yönettiğimizi zannederek yönetilmeye devam ederiz. Meseleyi milliyetçilik açısından bakarsak ana kaynağımız, Osmanlı imparatorluğumuzun yükselme devrine kadarki olan bölüm, İslami açıdan bakarsak ise Asrı Saadettir. Dikey ve yatay yapılanma ile ilgili farklı bir açıdan geniş bilgi edinmek isteyenler Ahmet Şerif İzgören'in “İş Yaşamında Yüz Kanguru” adlı eserinin 205-213. sayfalarından faydalanabilirler.

Bu savımızı metod olarak Ana kaynağa dönerek delillendirelim:

Peygamberimiz(sav)'e nübüvvet verildikten sonra tebliğini Mekke'de başlamıştır. Allah'ın emriyle çağrısını yakınlarından başlayarak yapmıştır. Sürekli dairesini genişletmiştir. Belli bir potansiyele ulaştıktan sonra Kabe'de toplu halde namaz kılmıştır. Sayıları çoğaldığı halde başkalarına kötüleyici ve aşağılayıcı hiçbir söz söylememiş, sadece ne yapılması gerektiği yani sadece kendi tezini savunmuştur. Hep tez olmuş hiç antitez olmamıştır. Tabilerini yani müslümanları tebliğ için başka beldelere göndermemiştir. Sayıları iyice çoğalınca başka sehirlerden ve beldelerden biat için O'nun yanına gelmişler. O onların yanına gitmemiştir. Samimiyeti ve söylemlerinin doğruluğundan hep taraftar toplamış, taraftarlarda kemmiyeti değil keyfiyeti esas almış, başka şehirlerden talep olmadan yerini terketmemiş, O'na Medine'li müslümanlar sahip çıkacaklarını söz verince (Allah'ın izniyle) Medine'ye hicret etmiş. Medine'de devlet başkanı olmuş, bunun neticesi müslümanlar çoğalınca ayrı ayrı kendine bağlı seriyyeler kurup yatay yapılanmanın temelini atmış. Her seriyye birbirinden bağımsız, biri zayıflık gösterse, diğeri ayakta. Kendi istekleri dışında çıkan savaşların başarılı neticesinde de diğer belde ve şehirlerden topluluklar halinde insanlar müslümanlığı kabul edip O'na tabi olmuşlar. Buna rağmen yanında (istişari mahiyette dahi olsa) bulunan ashabın en ileri gelenlerinden olanlara diğer bölgelerden gelen topluluklara havale edip kendinden beslenmelerinden vazgeçmemiştir. Yani her bölge direkt olarak kendine bağlı hale gelmiştir. Bunun sonucu her bölge ayrı ayrı çalışmış ve sorunlarını ana kaynak olan Hz. Muhammed(sav)'le çözmüşlerdir. Kendisi başta olmak üzere Hz. Ebubekir(ra)'dan başlayıp diğer sahabiler dahil halkalar uzun tutulmayıp bilakis oldukça kısa tutmuştur. Ve hakikatler de birinci ağızdan ulaşıldığı için Medine ve diğer şehir eşrafından (bu günkü deyimle merkezden, taşra ve varoşlara) bedevilere varıncaya kadar sapmaya ve yanlış anlaşılmaya meydan verilmemiştir. Bu yapı düşmanların müslümanlar arasına fitne sokup parçalara ayrılmasına meydan vermemiştir.



1768 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

ALLAH'IN RAHMETİNE ÜMİT ETMEK - 23/12/2015
ALLAH'IN RAHMETİNE ÜMİT ETMEK
Allah Dilemeyince Siz Dileyemezsiniz. - 04/03/2014
Allah Dilemeyince Siz Dileyemezsiniz.
Batı ve İslam Medeniyeti - 27/12/2013
Batı ve İslam Medeniyeti
BİDAT-İ HASENELERİN, BİDAT-İ SEYYİE'YE (Hurafe'ye) DÖNÜŞMESİ - 21/11/2013
BİDAT-İ HASENELERİN, BİDAT-İ SEYYİE'YE (Hurafe'ye) DÖNÜŞMESİ
GEZİ OLAYLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ - 03/10/2013
GEZİ OLAYLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
OKUMA, BİLGİLENME ve YAPILANMA METODU: 1 - 16/05/2013
OKUMA, BİLGİLENME ve YAPILANMA METODU: 1
Görünmeyenler Tarafından Yönetilen Dünya - 17/04/2013
Görünmeyenler Tarafından Yönetilen Dünya
COCO COLA GERÇEĞİ - 11/03/2013
COCO COLA GERÇEĞİ
ZEKAT NEDİR KİMLERE VERİLİR VE KİMLERDEN ALINIR ? - 31/01/2013
ZEKAT NEDİR KİMLERE VERİLİR VE KİMLERDEN ALINIR ?
 Devamı
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam32
Toplam Ziyaret121254
Üyelik Girişi
HADİSi ŞERİF
Peygamber Efendimize (sav),en temiz kazancın ne olduğu sorulduğunda:"Kişinin kendi elinin emeği,bir de dürüst ticaretin kazancı"buyurmuştur.
TAZİYE

"İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi Raciûn

----------------------
Anadolu Gençlik Derneği Denizli Şubesi Yönetim Kurulu  Üyesi  ALİ ÇIRAK'IN DEDESİ Hakkın Rahmetine kavuşmuştur. Merhuma Allah'tan rahmet, kederli ailesine sabır ve başsağlığı dileriz.

BİR FM

ÖZLÜ SÖZ

Genç,inancı ve idealleri uğruna fedakarlık yapabilendir.

MİLKO










R

 

R